FOTOĞRAF

FOTOĞRAFA DAİR / BİYOGRAFİM ÜZERİNE (FOTOĞRAFIMIZDA 1960'TAN GÜNÜMÜZE KİTABI İÇİN 27 Mayıs 2017) Söyleşilere dön

Fotoğrafı, başladığımdan bu yana bir anlatım aracı olarak gördüm; belki de kendimi ifade edebilme aracı… Şair duygularını mısralara döker, ressam renkleriyle dünyayı yorumlar, heykeltıraş cismi yontarak yaratıcılığını katar, müzisyen dünya ezgilerini besteler… Ben de öykü tadında belgesel fotoğraflar ürettim. Önce siyah-beyaz baktım evrene; nesneleri, iki boyutlu kâğıda, iki rengin ara tonlarıyla yerleştirdim; karanlık odamda nitelikli baskılarını alabilmek için işin zanaat yanını öğrendim; okuduklarımı, pratikte öğrendiklerimle harmanladım. Sonrasında evrenin renkleriyle yorumumu sundum; farklı öyküler çıktı renkler arasından. Kurgulamadan, hayata dair öyküleri, röportajları fotoğraflarımla anlattım; kalemimle bunları daha da güçlendirdiğim oldu. Öyküleri yakalayabilmek için gezer oldum; Anadolu’yu ve gezegenimizin farklı yerlerini... İş alanları, sosyal mekânlar, sokaklar, kırlar, köyler öykülerimin kaynağı oldu; her deklanşör sesi öykümün bir parçasını kaydetti; ardı ardına onlarca kare bilinmeyen hayatların öyküsünü çıkardı ortaya; içinde umut, sevinç, hüzün, direnme, acı ve yıkımı barındıran… Çekimlerimde, o ortama dâhil oldum; onlardan birisi oldum, içten, dürüst ve samimi; rol yapmadığımı, kullanılmayacaklarını onlar da anladılar. Hiçbir zaman o hayat öykülerini çarpıtmadım; kariyer ya da rant aracı olarak kullanmadım, ki öykü kahramanlarıyla o an dost olduk, yaşam boyunca dost kaldık. Fotoğraflarımla, ağırlıklı olarak Anadolu’nun sınırlı zaman dilimine tanıklık ettim; değişim hızlıydı; öne geçmeye çalıştım ama bu hıza yetişemedim; zanaatlar kısa sürede aletleriyle birlikte müzelik oldular; gezdiğim sokakların ne Arnavut kaldırımları kaldı ne ahşap cumbalı evleri, ne de sokak satıcıları… Köyde, kırda, kentte üretim ilişkileri, araç-gereçleri hızla değişti; buharlı lokomotifler, kağnılar, at arabaları, mavnalar… ve sürücüleri yok olup gittiler; günümüzde, bunlara dair izlere müzelerde tanık oluyoruz artık, bir de fotoğraf arşivlerimizde. Doğal ve tarihi dokunun -“kalkınma ve modernleşme” (!) uğruna- yok edilmesine tanık oldum, belgelerken içim sızladı. Sergiler açtım, gösteriler sundum ama hepsi uçup gitti; gelen, gören insanların belleğinde ne kadar iz kaldı bilemem! Kalıcı olan, bu fotoğraf öykülerinin nitelikli kitap haline gelip kütüphanelerde yerini almasıdır. Ama üzgünüm fotoğraf öykülerimin tamamını yayınlayamadım; ülkemde, -onca savurganlık içinde- kültürel değerlere yeterli kaynak ayrılmaması, bu tür arşivlere sahip çıkılmaması üzücü! Bizleri birer “kahraman” gibi gördüler ama sıradan birisi olarak, sıradan yaşamların öykülerini anlattım sadece. Tüketim körükleyicilerinin, “yıldız” yaratıcılarının ödüllerine, yönlendirmelerine, unvanlarına itibar etmeyip popülizmi dışladım; özgürce baktım vizörden… Tarafsız değil, yaşamdan yana, daha mutlu bir dünya kurulmasından yana taraftım; gördüklerimi çarpıtmadan doğrudan yansıttım. Tarih Öncesi Çağlar’dan günümüze sinmiş yaşam öykülerinin izlerini de sürdüm mağaralarda, höyüklerde, antik yerleşimlerde, anıt yapılarda ve müzelerde… Çivi yazılı tabletlerde, taş ve metal üzerine kazınan yazıtlarda, yontularda, antik araç ve gereçlerde yaşam izlerini aradım; tarihi öyküler, belgeseller çıktı ortaya… Diğer sanat disiplinleriyle beslendim; okuduğum şiir, gördüğüm bir heykel ve resim, izlediğim bir tiyatro oyunu, sinema filmi ya da dinlediğim dünya ezgilerinden etkilendim; öykülerimin esin kaynağı oldular… İyi bir fotoğraf okuru olmaya çalıştım; icadından günümüze, farklı objektiflerden yansıyan fotoğrafları araştırıp, okudum: Işığını, rengini, öyküsünü… Deklanşöre basılan ‘o an’ı hissettim… Üç günde fotoğrafçı/belgeselci olunamayacağını, bir ömrü adamak gerektiğini anladım. Ülkemde 1000 adet baskısı yapılan fotoğraf albümlerinin, on binleri bulan “fotoğraf sanatçısı” (!) tarafından tüketilemediğine, -yıllar boyu depolarda hapsedilip- sahaflara düşmesine tanık oldum, üzüldüm. Fotoğraf öykülerim, yaşam öykümün bir parçası, yaşamımdan denize akıttığım bir damla, gezegenimize dair ‘o an’ların küçük birer tanıklığı, kara kutum içinde donmuş kalmış suretleri sadece…